Bir ülkenin sadece siyasal alanına değil toplumsal yapılanmasına dair gerçekleri bazı tartışmaların hangi eksende döndüğünden anlayabilirsiniz. Tartışmaların hangi taraflara çekildiğine ve eleştirilerin nereden seslendiğine dikkat etmek gerek.
Emekçilerin durumu buna en iyi örnektir. Bu durum sadece bu ülkenin gerçeği değildir; ancak TEKEL işçilerinin direnişlerine verilen cevapların ehemmiyeti, yönetici kadronun kendi gücünün devamına olan güvenini göstermektedir. Bunun da nedeni, maalesef ki aynı kafada olan ve bu zihniyetin devamını sağlayan milyonlardır.
Çalışma Bakanı Ömer Dinçer'in TEKEL işçilerinin direnişi hakkındaki sözlerine bakalım:
"Bunlar özelleştirilince aslında işsiz kalacaklardı, biz onları 4c'ye sokuyoruz. Bunu da yapmasak işsiz kalacaklar. Bir de ekonomik kriz var. Bunlarin 4c'de alacağı ücrete çalışmaya hevesli dışarıda bir sürü işsiz var."
Bu sözle yapılmış olan birçok şey var:
1) İstihdam olarak sunulan özelleştirmenin getirdiği işçi çıkartmaların meşrulaştırılması.
2) Yeri geldiğinde inkar edilen ekonomik krizin kullanılması.
3) "Bir sürü aç insan var, buldular da bunuyorlar" söylemi ile işçi hakları mevzusunun inkar edilmesi.
Dışarıdaki o binlerce işsiz insanın da onlarla aynı duruma düşmemesi için uğraşmaktadır TEKEL işçileri. Ancak beni en çok korkutan, yukarıda söylenenlerin açık açık söylenebiliyor oluşudur.
Dün ise bir başka tartışma, hatta çatışma gerçekleşti Meclis'de. MHP'li Osman Durmuş, bir AKP il başkanının Başbakan Erdoğan hakkında söylediği "o adeta bizim için ikinci bir peygamberdir" sözlerini, sarkastik bir şekilde kullanarak; "nasıl olur da peygamber gibi görülen birinin eşini GATA'ya sokmazsınız" dedi.
Bu sözleri, salona geç gelmesinden dolayı yarım yamalak dinlemiş olan Başbakan da çıkıp, peygamber yakıştırmasının MHP tarafından geldiğini sanarak ve olayı eşi-başörtüsü ekseninde algılayarak; "siz Peygamberimizin son peygamber olduğunu bilmiyor musunuz, ayrıca siz nasıl benim eşime laf edersiniz, GATA'dakileri tenkit edeceğinize eşime laf ediyorsunuz" dedi.
Daha sonra bu sözlerin neden söylenildiğini anlayıp, "internetten her okuduğumuza inanmamız gerektiğini" belirtti.
Bugün de, MHP'li Oktay Vural, AKP'li İl Başkanı'nın ses kaydını kanıt olarak dinletti. İlgili şahsın Erdoğan'ın talimatı ile görevden alınacağı konuşuluyor. Oktay Vural da, "sen kendini nasıl Peygamberimiz yerine koyarsın, biz senden 'haşa böyle yakıştırmalar çok yakışıksız' demeni beklerdik" diyerek seslendi Erdoğan'a.
Tüm bu olayların sırası ve doğru aktarılışı önemli.
Öncelikle Osman Durmuş, 'nasıl olur da bir Başbakan, peygamber gibi görülüyor' diyerek eleştirisini yapacağına, olayı başka bir boyuta taşıdığı için tartışma çok başka yerlere gitti. Erdoğan da bunu karısına hakaret edildiği şeklinde yorumlayınca, tartışma orada klasik Türk 'anama-bacıma-zevceme sövdü' muhabettinde döndü. Yumruklar atıldı, gözlükler kırıldı.
Bugün olayın aslı anlaşılmasına rağmen, tartışma hala 'nasıl olur da Peygamber gibi görülüyor, son peygamber Peygamberimizdir' ekseninde dönüyor.
Bir kişi de çıkıp, olayı "Erdoğan'ın, kendi saflarından Peygamber kadar sözü dinlenecek, biat edilecek biri olarak görülmesi demokrasi açısından çok üzücüdür. Bu tam anlamıyla hem parti içi hem yürütme açısından cemaat kültürünün göstergesidir. Türkiye adeta tek adam rejimine dönmüştür" şeklinde yorumlamıyor. Eleştiri bir ülkenin başbakanının elinde tuttuğu güce değil, teolojik kabuller hakkındaki yorumlara yapılıyor.
MHP de AKP de din üzerinden siyasetlerine devam ediyor. Tıpkı diğer birçok parti gibi... Bu da Türkiye'nin toplumsal yapısını gözler önüne seriyor bir bakıma. "Kim Peygamberimize laf ediyor, kim dinimizi doğru anlamış" mıdır bir ülkenin siyaset mevzularının tartışılacağı nokta? Çok yazık!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder