Bir yaygaradır kopuyor... Sivilleşiyoruz, askeri bürokrasiyi yıkıyoruz vs vs... Ama anlamadığım bir şey var ve daha önceki yazdığım bazı yazıların tersine sarkastik bir tutum da benimsemeyeceğim, aldanmayın. Tamamen teorik bir tartışma bu...
Liberal tezlerde, sivil toplum ve devlet iki ayrı parça olarak algılanırken - ki burada devletten kasıt askeriyle, hükümetiyle, polisiyle, yargısıyla, tüm bürokrasisiyle devlet aygıtıdır - nedense yönetici erk olan hükümetin ve yargının o ülkenin askeri kanadına olan hakimiyetinin artması sivilleşme olarak lanse ediliyor. Derin devlet o kadar da derin değil derim hep, demek sivil toplum da pek sivil değilmiş. Ya da burada bir kavram kargaşası mevcut.
Kelimenin -sıfatın- kökenine bakarsak Latince civilis sözcüğünden geldiğini görürüz. Civilis'in konumuzla ilgili iki temel anlamı mevcut. Birincisi "vatandaş ya da 'uygun' vatandaşlar için kullanılan sıfat" olarak tanımlanabilir. İkincisi ise "kamusal ve siyasal olana uygun düşen sıfat" olarak gözüküyor. Cinlik yapmaya gerek yok, ikinci mananın daha ilgili olduğu söylenilebilir. Civilis'in de City ile ilişkisi gözden kaçmıyor. Aynı Politics gibi... Denilebilir ki, burada temel olarak siyasal vurgusu mevcut.
Konuyu bağlamadan önce, son olarak Atina Demokrasi'sinde askeriyenin rolüne bakmak istiyorum. Bu konuda pek bir bilgim yok, söyleyeceklerim sorgulanmalıdır. Ama temel olarak; askeriyenin birkaç binlik bir halk grubu tarafından seçildiği söylenilebilir. Buradaki halk grubu yasama değildir, nitekim yasamayı da, yürütmeyi de, askeriyeyi de, yargıyı da - buralardaki ofis sahiplerini - bu grup belirler. Zaten bu yüzdendir ki direkt demokrasi olarak tanımlanır.
Tüm tartışmayı buraya getirmemin nedeni, Atina'da, politikanın yaşamın bir parçası olduğunu gösterme isteğimdi. Bu yüzdendir ki siyasal olmayan bir yapı, hatta ilişkiden söz edemeyiz. Ancak ben bu yapıyı, günümüz "bireysel olan politiktir" mottosundan çok farklı görmekteyim. Nitekim "bireysel olan politiktir", bireyin sadece devlet ve aygıtları ile olan ilişkisinde değil, toplumla, dinle, yasalarla, aile içinde, arkadaşlarıyla ve hatta kendine karşı olan hiyerarşik güç ilişkisine -yani politik olana- atıfla kurulmuş bir sözdür bana göre. Ancak Atina'da yaşanan ise siyasi sahnenin herkese açık ve her aygıta uzanan bir yapıda olmasıdır. Bu yüzdendir ki civilus hem kamusal hem siyasaldır. Devletin tüm kurumları da hem kamusal hem de siyasaldır. Bu (Atina), toplumsal ilişkilere içkin olan siyasal ilişkiden farklı olarak - ki bunu mutlak ki her türlü toplumda gözlemleyebiliriz, kökenine dair tartışmalar olsa da - kurulmuş-yapısal bir durumdur.
O zaman önümüzde iki yol var. Ya bugünün temsili demokrasi örneğinin içinde, direkt demokrasiye atıfla, tüm yapıyı siyasal olarak tanımlayacağız ve bu yaşananı siyasallaşma-sivilleşme olarak göreceğiz - Nitekim, artık Türkiye örneğinde, askeriye de sivil-siyasalın direkt etki alanına girmiş bulunmaktadır -. Ya da temsili demokrasinin sivil toplum tanımına uyup, bu yapılanı sadece bir siyallaşma niyeti olarak yorumlayacağız. Bir üçüncü yol mu? E "bireysel olaran politiktir" zaten diyebilirsiniz... Ama çok düzlemlilikten korktuğumu belirtmeliyim. Nitekim, politik gücün algılanış itibariyle farklı düzlemlere bölünmesi, bu gücü doğuran temel ilişki ağını yaşatmaya devam edecek gibi gözüküyor.