Münevver Karabulut cinayetinden ve sonrasındaki gelişmelerden bihaber olan kalmamıştır ülkemizde. Medyanın da üstün katkılarıyla, cinayetin en dehşet verici detaylarından tutun da, cinayete konu olmuş insanların en mahrem anılarına kadar herşeyden haberimiz var artık. Ama bu sefer hedefimdeki sadece medya olmayacak. İstanbul Valisi'nin dün öğlen saatlerinde yaptığı açıklamadan dolayı yazıyorum bu yazıyı. Güler'in açıklamaları, bu cinayeti ve cinayet sonrası yaşanılanları daha anlamlı kıldı benim için.
Güler, "biraz sabır tavsiye ediyorum. Bu seferki sabır tavsiyem çok uzun bir zamanı kapsamayacak inşallah", dedi ve "çember gerçekten daralıyor mu?" sorusuna da "evet, konunun özeti bu" diyerek cevap verdi.
İlgili haber için tıklayınız.
Farkında mısınız, devletin valisi, bir cinayetin üzerinden 6 ay geçmesine rağmen, hala sabır tavsiye ediyor ve bunu da kaçamak açıklama ve cevaplarla yapıyor. Sonda kullandığı kelime de herşeyi özetliyor: "İnşallah". "İnşallah demezsen olmaz" mantalitesinin bir sonucu mu bu, yoksa devletin elinin kolunun bağlılığını mı özetliyor bu kelime bilinmez. Ancak Vali'nin bu açıklamaları da, açıkça elindeki istihbarata olan güvensizliğini ortayaya koyuyor. Sade bir vatandaş, "umarım yakalanır, inşallah" derken, ülkenin en büyük şehrinin Valisi'nin de bunlara ekleyebileceği başka birşey yok gibi... Yakın bir zamanda zanlının yakalanması da bu manzarayı değiştirmeyecektir, nitekim rezillikler yaşandı, ve maalesef tüm bunlar unutulamayacak. Bu son yaşanan da, yukarıda bahsettiğim gibi, tam bir Türkiye manzarası çizdi benim için.
Nitekim, bu cinayet ve sonrasında yaşanılanların her parçasında sanki bir Türkiye karesi mevcut. Cinsel ilişkiye dair bir tartışma ve amcasının nüfuzu sayesinde korunulan bir zanlı var elimizde. Daha sonra "hırsızın hiç mi suçu yok" sorunu akıllara getirten bir Emniyet Görevlisi var; "kızınıza sahip çıksaydınız" diyebilen. Bu mantalitenin münferit olmadığını tescilleyen bir Başbakan var; "kızını bırakırsan, davulcuya da zurnacıya da..." diyen. Bunların yanında, olayı magazinleştiren bir basınımız var. Başka bir vakanın örneklerini karıştırarak, olaya bir de sperm sokan bir Adli Tıp Kurumu var. Helal parası diye tanımlanan bir 3 milyon Euro var ortada, ve bunu isteyebilen, akıl sağlığından şüphe ettiğim bir baba. Son olarak da çaresizliğini, kaçamak cevaplarla gözler önüne seren bir devlet görevlisi... İşte Türkiye...
Yoksa bu da Ergenekon'un mu işi?
Güler, "biraz sabır tavsiye ediyorum. Bu seferki sabır tavsiyem çok uzun bir zamanı kapsamayacak inşallah", dedi ve "çember gerçekten daralıyor mu?" sorusuna da "evet, konunun özeti bu" diyerek cevap verdi.
İlgili haber için tıklayınız.
Farkında mısınız, devletin valisi, bir cinayetin üzerinden 6 ay geçmesine rağmen, hala sabır tavsiye ediyor ve bunu da kaçamak açıklama ve cevaplarla yapıyor. Sonda kullandığı kelime de herşeyi özetliyor: "İnşallah". "İnşallah demezsen olmaz" mantalitesinin bir sonucu mu bu, yoksa devletin elinin kolunun bağlılığını mı özetliyor bu kelime bilinmez. Ancak Vali'nin bu açıklamaları da, açıkça elindeki istihbarata olan güvensizliğini ortayaya koyuyor. Sade bir vatandaş, "umarım yakalanır, inşallah" derken, ülkenin en büyük şehrinin Valisi'nin de bunlara ekleyebileceği başka birşey yok gibi... Yakın bir zamanda zanlının yakalanması da bu manzarayı değiştirmeyecektir, nitekim rezillikler yaşandı, ve maalesef tüm bunlar unutulamayacak. Bu son yaşanan da, yukarıda bahsettiğim gibi, tam bir Türkiye manzarası çizdi benim için.
Nitekim, bu cinayet ve sonrasında yaşanılanların her parçasında sanki bir Türkiye karesi mevcut. Cinsel ilişkiye dair bir tartışma ve amcasının nüfuzu sayesinde korunulan bir zanlı var elimizde. Daha sonra "hırsızın hiç mi suçu yok" sorunu akıllara getirten bir Emniyet Görevlisi var; "kızınıza sahip çıksaydınız" diyebilen. Bu mantalitenin münferit olmadığını tescilleyen bir Başbakan var; "kızını bırakırsan, davulcuya da zurnacıya da..." diyen. Bunların yanında, olayı magazinleştiren bir basınımız var. Başka bir vakanın örneklerini karıştırarak, olaya bir de sperm sokan bir Adli Tıp Kurumu var. Helal parası diye tanımlanan bir 3 milyon Euro var ortada, ve bunu isteyebilen, akıl sağlığından şüphe ettiğim bir baba. Son olarak da çaresizliğini, kaçamak cevaplarla gözler önüne seren bir devlet görevlisi... İşte Türkiye...
Yoksa bu da Ergenekon'un mu işi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder